Yangını Söndürmek Kimin Görevi? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Perspektifinden Bir İnceleme
İstanbul’un yoğun sokaklarında, metrobüsün sıkışık vagonlarında veya kalabalık pazarlarda yürürken, sık sık karşılaştığım bir soru hep zihnimi meşgul eder: “Yangını söndürmek kimin görevi?” Bu soruyu sadece literal anlamda değil, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet çerçevesinden de ele alıyorum. Günlük yaşamda karşımıza çıkan pek çok durum, bu soruyu yeniden şekillendiriyor ve çeşitli gruplar için farklı anlamlar taşıyor. Bugün, İstanbul’da yaşadığım deneyimlerle, bu soruya farklı bakış açılarıyla yaklaşmayı hedefleyeceğim.
Toplumsal Cinsiyet ve Yangının Sönmesi
Toplumun, özellikle de iş dünyasında ve evde, yangın söndürme sorumluluğunu genellikle erkeklere yüklediği bir gerçek. Bu durum, sadece literal yangınlarla sınırlı değil, kadınların toplumdaki rollerine dair genel bir bakış açısını yansıtıyor. Ev işlerinin büyük bir kısmı kadınlara aitken, dışarıda daha çok erkeklerin liderlik rolü üstlendiği işlerde, toplumsal cinsiyetin verdiği güç ilişkileri daha belirgin hale geliyor.
Bir gün, işyerimde, kadınların çoğunlukta olduğu bir ekiple birlikte projeler yürütüyorduk. O sırada ofiste bir alarm çaldı ve hepimizin panik halinde dışarı çıkmaya başlamamız gerekti. Kadınlar hızla organizasyona yönelirken, erkekler çoğunlukla geri planda kaldılar. Yangını söndürme, kriz anında liderlik etme gibi sorumluluklar, tarihsel olarak erkeklerin yüküymüş gibi bir hava oluştu. Bunda, toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi çok belirgindi. Kadınların sürekli olarak ev işlerine yönlendirilmesi ve toplumda “emek verme” rollerine sıkıştırılması, bu tür durumlarda liderlik göstermelerini zorlaştırabiliyor.
Çeşitlilik ve Toplumdaki Rol Dağılımı
Çeşitlilik, yalnızca etnik veya kültürel farklılıklarla sınırlı değildir. Toplumsal cinsiyetin yanı sıra, engellilik, yaş, sınıf, cinsel yönelim gibi etmenler de yangının söndürülmesinde kimlerin daha fazla yük taşıdığını belirliyor. Mesela, bir sosyal yardım kuruluşunda gönüllü olarak çalıştığım zamanlarda, genellikle yaşlı bireyler ve engelli kişiler, zorlu durumlarla baş etmekte zorlanıyordu. Yangını söndürmek, sadece bir fiziksel mücadele değil, aynı zamanda psikolojik ve toplumsal bir mücadelenin de parçasıydı.
Bir gün, eski bir mahallede yaşlı bir kadının evinde yangın çıktı. Çevredeki herkes panik içinde kaçarken, kimse ona yardım etmeye cesaret edemedi. Ancak, o gün mahalledeki genç ve engelli bir grup, kadına yardım edebilmek için çaba sarf etti. Bu durum, toplumda her bireyin farklı bir sorumluluk taşıdığına dair bir örnek oluşturdu. Yani, yangın sadece fiziksel bir tehlike yaratmıyor; aynı zamanda sosyal bağları da test ediyor. Çeşitli grupların birbirine nasıl yardımcı olabileceği veya yardım alamadığı, yangının söndürülmesindeki toplumsal sorumlulukları belirliyor.
Sosyal Adalet ve Toplumsal Sorumluluk
Toplumsal adaletin temel ilkelerinden biri, kaynakların ve fırsatların eşit şekilde dağılmasıdır. Yangını söndürmek kimin görevi? sorusu, bu eşitsizliklerin nasıl yansıdığını gösteriyor. Gerçekten de, belirli gruplar bu soruya daha fazla cevap verebilirken, bazıları bu sorumluluklardan dışlanıyor. Toplumsal adaletin sağlanması, her bireyin eşit fırsatlara sahip olmasını gerektirir. Bu da, yangın durumunda herkesin eşit şekilde yardım etme veya yardım alma hakkına sahip olmasını ifade eder.
Geçenlerde bir aktivizm etkinliğinde, çeşitli toplumsal grupların eşitlik ve adalet taleplerini dinlerken, bu sorunun altını daha fazla çizdim. Özellikle kadınların ve LGBTQ+ bireylerin, toplumdaki daha geniş yapılarda nasıl ayrımcılığa uğradığına dair birçok konuşma yapıldı. Yangının söndürülmesi, aslında bu tür grupların hayatın her alanında, gerektiğinde liderlik edebilecekleri ve yardım edebilecekleri bir dünyayı arzulamalarını simgeliyor. Sosyal adaletin sağlanması, yalnızca yangın anlarında değil, her an toplumsal sorumlulukların eşit dağıtılmasıyla mümkün olacaktır.
Günlük Hayatta Bu Durumlar Nasıl Görülüyor?
Sokakta, toplu taşımada ve işyerinde her an karşılaştığım örnekler, toplumsal cinsiyet ve sınıfın, insanların yangınları söndürme görevini üstlenmelerini nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Her gün, kadınların daha çok duygusal yük taşıdığını, erkeklerin ise daha az görünür olsalar da sosyal anlamda güçlendirildiğini gözlemliyorum. İnsanların görünmeyen yangınları, hem günlük yaşamın getirdiği zorluklar hem de toplumsal yapılarla şekilleniyor.
Bir gün, metroda bir kadının bir erkekle yüksek sesle tartıştığını gördüm. Kadın, metroda yer bulamadığı için sesini yükseltmişti. Erkek ise, kadının bu tavırlarına karşı sakinliğini koruyarak yerini değiştirdi. O an aklıma, sadece kadınların değil, her bireyin yerini ve rolünü toplumsal yapının belirlediğini düşündüm. Yangın, bazen toplumsal cinsiyet rollerinin ve çeşitli etnik kimliklerin birleşiminden kaynaklanıyor. O anda, kadınların tepkilerinin genellikle ‘daha fazla sesli’ olduğu, erkeklerin ise fiziksel olarak ‘daha güçlü’ bir şekilde öne çıktığı bir denklem vardı.
Sonuç
Yangını söndürmek, bir metafor olarak hayatın içinde her an karşımıza çıkıyor. Bu soru, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet bağlamında, farklı grupların eşitsiz şekilde sorumluluk taşımasını ve yardım almasını sorguluyor. Günlük hayattaki gözlemlerim, bazen bu sorunun cevabının fiziksel değil, toplumsal olduğunu gösteriyor. Her birey, kendi rolünü ve sorumluluğunu yerine getirebilecek güce sahip olmalı; ancak bunun gerçekleşmesi için toplumsal yapının yeniden şekillendirilmesi gerekiyor.